stonewall50

Geride bırakacağımız onur ayı ile birlikte tam 50. yıl dönümünü yaşamış olacağımız Stonewall olaylarının şerefine bu yazımda olaylara küçük bir tazeleme yapacağız.


Öncelikle nedir bu Stonewall olayları? 28 Haziran 1969'da ABD'nin New York kentinde Stonewall Inn adındaki bir gay barın polis tarafından basılması ve müşterilere uygulanan şiddet sonrası başlayan tarihteki ilk büyük çaplı LGBT ayaklanmasıdır. Ayaklanmalar sonrası her yıl haziran ayı 'Onur Ayı' adıyla kutlanılmıştır ve bu olayın yıl dönümünde de önemli onur yürüyüşleri yapılmaktadır.


Tabi ki böyle anlatınca her şey olduğundan daha basit görünüyor olabilir fakat yaşananlar hakkında daha doğru bir fikre sahip olmak için olayların gerçekleştiği zamanın koşullarını daha iyi incelemeliyiz.

ABD, her ne kadar şu an eşcinsel evliliklerin yasal olduğu bir ülke olsa da o dönemler cinsel yönelim farklılığına bakış açısı bizim ülkemizdekinden farklı değildi. 49 eyalette eşcinsellik yasadışıydı ve Amerikan Psikiyatri Birliği 1952 yılından 1973 yılına kadar eşcinselliği bir sosyopatik kişisel bozukluğu olarak nitelendirdi. Ki bu anlattıklarım buzdağının sadece görünen kısmı. Cinsel yönelimlerin hayatta insanların karşısına büyük bir taş koyduğu dönemlerden söz ediyoruz. Böyle bir ortamda insanların özgürce cinselliklerini yaşaması söz konusu bile olamaz.


Stonewall'dan önce de birçok protesto eylemleri gerçekleşmiş olsa da basının tavrı o dönemki eylemci LGBT bireyleri gazetelerde ifşa etmeye yönelik olduğundan ve bu durum insanların sosyal hayatını mahvedeceğinden henüz çok seslerini çıkarabilmiş değillerdi. Stonewall olayları gerçekleşirken de durum bundan farklı değil fakat bir yerden sonra insanların içindeki değişim arzusu ayaklanmaları asıl körükleyen duygu oldu.

Ayaklanma planlanmış bir eylem değildi ve her şey polisin de saldırısıyla o an gelişti. Stonewall Inn çalışanlarından biri olan Michael Fader, yaşanılanları şöyle anlatıyor:

Hepimiz bu boktan sıkıldığımızı hissettik. Birinin başkasına söylediği somut bir şey değildi; aslında sanki yıllar boyunca biriken her şey o tek gecede ve o tek mekânda doruğuna ulaşmış gibiydi ve bu düzenlenmiş bir gösteri değildi... Kalabalıkta herkes asla geri dönmeyeceğimizi hissediyordu. Bardağı taşıran son damla gibi idi. O ana kadar bizden sürekli alınan bir şeyi geri kazanma zamanıydı... Her tür insan, her tür sebep, fakat çoğunlukla tam öfke, sinir, keder, her şey birleşti, ve her şey doğal akışını sürdürdü. Yıkımların çoğunu yapan polislerdi. Biz aslında içeriye dönmeye ve özgürlüğü keşfetmeye çalışıyorduk. Ve biz en sonunda özgürlüğe sahip olduğumuzu hissettik, ya da en azından özgürlüğü talep ettiğimizi gösterme özgürlüğüne. Geceleyin ezik bir şekilde dolaşıp onların bize zorbalık etmelerine izin vermeyecektik - ilk kez çok kuvvetli bir şekilde direniyorduk, ve esasen polisleri şoke eden budur. Havada bir his vardı; bizim layık olduğumuz geç kalmış özgürlük [sonunda geldi], ve onun için mücadele edeceğiz. Bu çeşitli şekiller aldı fakat sonuçta gitmeyecektik. Ve gitmedik.

Her ne kadar kat edecek daha çok fazla yol olsa da Stonewall olayları LGBT bireylerin günümüz toplumundaki sosyal statülerine ulaşmaları bakımından büyük bir kilometre taşıdır. LGBT'nin artık bu baskıya bir dur deme isteği ve var olan dünyada kendilerine de bir yer bulma isteklerinin ilk büyük çaplı somut örneği ve aslında bir çok yönden de insanların makus talihlerini kırması yönüyle bir ilham kaynağı.


İçten gelen her şeyin doğal kabul edildiği ve toplumun çok bilmişçesine herkese ne yapması gerektiğini dikte etmediği bir dünyaya inanıyorum. İnsana insan olduğu için değer verilen, bazı kesimleri desteklemenin sırf şu zamanlar popüler olduğu diye değil de samimi bir şekilde olduğu bir dünya... Hayvan hakları, kadın hakları, trans hakları ve daha bir çoğunun artık tartışma konusu olmadığı dünyayı artık kafamın içinde değil gerçek hayatta yaşamak istiyorum. Stonewall, değişim çağrısında bulunan ve daha iy bir dünya için mücadele etmekten çekinmeyen insanların sesi benim için.

Bir insanın hem cinsine ilgi duyması o insanın onurunu kırmaz. Trans bir birey gördüğünüz zaman cinsiyetinin ne olduğu karmaşasına girmezsiniz. O olmak istediği kişidir. Ve aynı şekilde kimse bir kalıba girmek zorunda değildir. Toplumun size dayattığı kadın-erkek normlarına uymak zorunda değilsiniz. Sadece bir kere geldiğimiz şu hayatta sizi sınırlamalarına izin vermeyin. Şu an ben gayet rahat bir şekilde tıraşsız bacağımla dışarıda şort giyip gezebiliyorsam bir kadın da bu hakka sahiptir. Ben erkek halimle kadınlara ilgi duyabiliyorsam bir kadın da hemcinsine ilgi duyabilir. İnsanoğlu eskisine göre çok daha gelişti. Tanrı kontrolü artık eskisi kadar yoğun hissedilmiyor. Bu dünyaya gönderildiğiniz kişi değil olmayın, olmak istediğiniz kişi olun. İnsan kendi cinsiyetine yabancı hissediyorsa cinsiyet değiştirme hakkına sahiptir ve trans hakları da insan haklarıdır.


Bir gün gökkuşağının üstünde bir yere ulaşmamız dileğiyle...

... to define is to limit. - Oscar Wilde


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Truman Show ve Alegorizm

'Sex and The City' Aslında Neydi?

MADONNA: Queen Of Pop